1 Nisan 2014 Salı

YA DELİRDİM YA DA DEPRESYON BELİRTİLERİ... VAR Bİ DENGESİZLİK YA DENGESİZLİĞİN DE HAYIRLISI ARTIK...

Tam bu kez "tutundum hayata, kenetlendim sıkı sıkıya, seviyorum onu... hem artık inanıyorum ki o da beni seviyor" derken yine olmadı, yine kara çalınan günler kapıma dayanmış, kıracakmışçasına yumrukluyor kapımı. 

Kapkara bulutlar katran rengi yaşanacaklarla yüklenmiş; hafif bir yeli bekliyor üzerime yağmak için. Ve yağdıkça nefes aldığım her an kara çalınacak hayatıma... 
lanetli bedenimin içinde kapkara bir harama dönüşüp, karanlık bir alemde tek başıma kalacağım .

Son yıllarda fark ettim içime ağlayıp kahkahalar attığımı... saçlarım ağarıyormuş, gözlerim çukurlara gömülmüş, yıpranmışım ama hala görünüyor muşum... şaşkınım. Bilmiyorlar ki; bittim ben. 

Hayat hep güçlü ama ben zayıfım. Esen yellerden biri beni mutlaka düşürecek, bundan eminim. 


Uzun zamandan sonra ölüm kızgınlığı yine çöktü bedenime... Saç diplerime kadar  bedenimin yandığını, sızladığını hissediyorum. Hani tepeden tırnağa derler ya işte o derece etki eden bi sızı. Ama en beteri de soldaki meretin sızıymış be insanoğluGünlerdir yüreğime kızgın yağ dökülmüş gibi... Kimseye görünmeden sessiz sessiz kuytusunda ağlayıp duruyor; hani ağlamak değil de kanıyor sanki... Beden, acıya yenik düşüp yığılıveriyor da bir döşeğe; yürek, esaretinin durdurulacağı günü bilmeden kürek mahkumu gibi çalışmaya devam ediyor.


 Hayatla ölüm arasındaki tek bağımız o. Belki ondandır en çok sızlayan yanım olması.  Ama durdurak bilmeden atan yine o...  Beden dedikleri, dünya denilen aleme aitmiş, esas olan ruh imiş. Belki ruhu da içinde saklamıştır... atmasına sebep, içine hapsolmuş ruhun özgürlüğüne kavuşma isteğiyle kendisini yarıp uçmak gayretidir. Hiç bir hücrem onun kadar sızlamıyor. Meğer ne zormuş yürek yangını. Hani vicdanı da içinde barındırırmış ya, belki  ona da ağır geliyordur bu kadar çok şeyi içinde barındırması, ona da ağır geliyordur maneviyatın acısı...


"Bazı insanların en ufak bir karamsarlık anında ölümü düşünmesinin sebebi Allah sevgisinin azlığındandır" diye bir cümle okumuştum adını hatırlamadığım bir kitabın, başka hiçbir cümlesinin aklımda kalmadığı sayfalarının birinde. Artık tanrının varlığını sorgulamıyorum; çünkü 
her geçen saniye biraz daha yokoluşumun gerçeğini idrak ettiğim kadar onun varlığından eminim. Tanrının varlığına inanıyorum zira tanrının varlığı demek kaderin varlığının kanıtı... Hani doğumla ölümden ibarettir kader gerisi kuldaki iradedir derler ya... peki şansın ve şanssızlığın yaşamımızdaki yerini, kadere mi bağlayacağız yoksa iradeye mi? Bunun cevabını da sadece kendi içimde buluyorum; nedense kadere bağlamak akıl terazisinde daha ağır basan bir yanıt oluyor.

Ve bu yanıtla üşüşüyor beynime cevabını sadece aklım ve yüreğimle başbaşa kalarak bulabileceğim sorular. Bir karınca sürüsünün doyma ihtayacı içerisinde içi dolu bir çekirdek kabuğunu yarma çabasıyla; beynimi yırtarcasına zihnime üşüşen sorulara cevap bulup, aklımı yitirip yitirmediğimden emin olup, hiç olmazsa kendi içimde kendimi tatmin etmeye çalışıyorum.

Eğer intiharın neticesi ölüm, ölümse kaderin bir parçası ve ben bunu irademle yapıyorsam neden günahkar kabul ediliyorum? Zira beden denilen hiçlik çöp yığınından ibaret değil mi?.. Öyle olmasaydı ruh tarafından terkedildiğinde kokmaya, çürümeye mahkum olur muydu? Yerin dibinde cümle mahlukata ziyafet olur muydu? En güzel bedenler sanat eseri gibi sergilenmez miydi en afili müzelerde?.. Ve daha nice cevapsız sorular...

İntihara da kaderin bir parçası gözüyle bakıyorum artık; tıpkı şansı da kaderin bir parçası gördüğüm gibi. Kimi şanslıdır hem ruhuyla hem bedeniyle... aslında bunlardan biri bile yeter hayatın güzelliğini görüp yaşamaya. Ama eğer beden ve ruh uyuşmuyorsa hayata uymuyorsundur. Çünkü insan denilen mahlukat kendi yaşadığı hayatın kurallarına uymayanı kendisine hiçbir açıdan benzerlik göstermeyeni sevmez, kabullenmez, dışlar, lanetler, ölüme sürükler, "hakkıdır ölüm", "müstahaktır" der ve çoğu kez bunu kendi elleriyle gerçekleştirir. Yitirmiş olduğu insanlığıyla bunu Allah tarafından kendisine verilmiş görev bilinciyle gerçekleştirir.


Ama önce aşağılayıp sonra da zevkle bu eylemi gerçekleştirmelerine izin veremem. Artık al canımı diye tanrıya yakarmaya bile üşeniyorum. Ve son son aylarda daha çok düşünmeye başladım; bahsi geçtiğinde bile insanoğlunu korkutan bu eylemi. Yorgunum... nefessiz kalıyorum... ne gülüyorum artık ne ağlıyorum...

Geçenlerde tramvayda yolculuk ederken camdaki aksime takıldı yüzüm; boş bakan bir çift göz ve sadece kahrın kapladığı bir suretten ibaret kalmışım... diğer yolcular bana mı bakıyordu yoksa ben mi dikkatleri üzerime çekiyordum bilmiyorum. Nedense böyle bir düşünce sardı son günlerde... sanki onlardan biri değilmişim onların nefes aldığı hayatta fazlalıkmışım gibi, onların bulunduğu hayatta bir asalak, bir kemirgen, bir virüs, dikkat çeken ama hiçbir özelliği olmayan zavallı bir yaratık gibi hissediyorum kendimi.

ölüm hep kapımda belki de ben onun kapısındayım... bir gün o kapıdan içeri gireceğimi bildiğim halde arsızca bir an önce girebilmek için tekmeleyip duruyorum. ölüm kapısı umut kapısı demek benim için.


 umudu olmayan insan gülemezmiş ya belki de olan olmuştur artık kovulmuşumdur umut kapısından. artık yaradandan bile umudum yok. tanrının haylaz bir çocuk olduğunu düşünüyorum, sanki elleriyle çamurdan yoğurup şekllendirip bir takım varlıklar yaratıyor sonra da eksiğiyle fazlasıyla yaptıklarının nasıl göründüğünü nerelere biblo olacağını düşünmeden fırlatıyor dünya denilen aleme. küçük bir çocuğun kilden yapma oyuncağı olarak atıldığımı düşünüyorum hayata. üzerime yapışan çamurlardan bir türlü arınamamama bir sebep bulamıyorum böyle kandırıyorum kendimi...

"Anlıyorum" bu kelimeyi ne kadar fzla duyuyorum son zamanlarda. herkes herkesi anlar olmuş, meğer insanoğlu çoktan herşeyin sırrını çözmüş kurabildikleri empati sayesinde teselli olduğunu bile düşünür olmuş en çaresiz gördükleri insanlara peki anlıyorum demek yeter mi anlamak neyi değiştiriyor hiçbir çaba sarfetmeden. ama ben nefret ediyorum bu kelimeden:  yalan... anlamıyorsun ama ben anlıyorum yalancısın... çünkü hiçbir zman anlamıyorsun anlamayacaksın ve anlamaya da çalışmayacaksın zira anlasan ben ucurumun kenarında kollarımı açmış ölümü kucaklamayı bekliyor olmazdım.


kaybolmak geliyor içimden, bir anda yer yarılsın dibi boylayayım.


bu kadar zor mu diyorum, koca dünya da bir tek bana mı yer yok, bir tek bana mı  hayat yok, diyorum. çok değil ki istediğim sadece ölüm meleğinin bedenimdeki esareteme son vererek ruhumu sonsuzluğa uçurmasını...nasıl olsa olmayacak mı, uçmayacak mı... neden bu kadar istekliyken zora koşması...


soğuk bir nehire atlamak gibi bir anda atlamak istiyorum ölüme...


yalnızım... çok yalnızım... yitiğim... bitiğim... suskunluğum ise sadece çaresizliğimden...

ve farkettim aslında ne kadar küçük şeylerle kendimi avutmuşum bile bile lades demişim tüm acılara...


ama bu kez bitti çünkü kaybettim... gidiyorum... 


yarın bile çok uzak geliyor en çok geceleri başımı yastığımın altına koyduğumda geliyor ölüm düşüncesi... ölmüşüm de yatağım 

mezarımmış gibi hissediyorum... öyle huzurla doluyorum ki... ölüm de böyle birşey olsun istiyorum huzurla uyuduğum yatağımda sonsuza dek gecenin sessizliğnde sonsuza dek uykuya dalmak gibi... uyumak istiyorum ya da ölmek ikisi eşdeğer gibi geliyor... aslında ne istediğimi bende bilmiyorum... eğer bilseydim bu yazıyı okuyor olmazdın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder