HAYATIN DIŞINDA KALMIŞ İKİ KADIN DÜŞÜNÜN. BİRİ UĞRUNA HAPİSHANEDEKİ YAZAR BİR MAHKUM TARAFINDAN BİR KİTAP YAZILMIŞ VE O KİTABIN BAŞ KAHRAMANI OLMUŞ BİR KADIN VE DİĞERİYSE YILLAR SONRA O KİTABI OKUYUP, KİTAPTAKİ KAHRAMANIN GERÇEKLİĞİNE İNANARAK GİZEMLİ BİR YOLCULUĞA ÇIKAN GENÇ BİR YAZAR... BİLİNENİN ÇOK ÖTESİNDE SUSTURULMUŞ BİR AŞK HİKAYESİ... NEVRA BUCAK'IN MASALSI ANLATIMIYLA OKUYUCUYA SUNDUĞU "KADINLARIN ŞARKISI" YAZILDIKTAN 21 SONRA BASILMIŞ. YAZARIN BU DEĞERLİ KİTABI NEDEN BUNCA YIL RAFTA TUTTUĞUNA AKIL ERDİREBİLMİŞ DEĞİLİM. KİTABIN OKUDUĞUM HER BİR SATIRINI ZİHNİMDE CANLANDIRDIĞIM FİLM KARELERİNİ İZLER GİBİ OKUDUM.
KISACASI, BİRKAÇ SAATTE ELİMDEN BIRAKAMAYARAK OKUDUĞUM BU KİTABI SIKILMADAN OKUYACAĞINIZI TAHMİN ETTİĞİMDEN GÖNÜL RAHATLIĞIYLA TAVSİYE EDERİM.
HÜSEYİN GÖKMEN
ÇOK ZOR DEĞİL Kİ; BOŞ BİR KAĞIT VE DAMARINDAKİ KANI AKITMAYI BEKLEYEN BİR KALEMDİR; KİMİ ZAMAN HAYATI ÇOĞU ZAMAN İSE HAYALLERİ SATIRLARA DÖKMEK İÇİN GEREKLİ OLAN... AMA EN ÖNEMLİSİ YAZMA CESARETİDİR, ÇÜNKÜ YAZMAK DELİ İŞİDİR...
24 Nisan 2014 Perşembe
22 Nisan 2014 Salı
TıRıVıRı BİrŞeyLeR İşTe
Son zamanlarda farkettiniz mi; sidik yarışı yapar gibi herkes bir şey olduğunu, bir yerlerimize soka kanata kanıtlama çabasında, çok da gerekliymiş gibi...
"Senin ki kaç santim, benim ki daracık, onun ki daha iri..." vrak, vrak, vrak...
Ne anladığını tahmin etmem için az arı boku yedirmedi annem, zekaya bi katkısı oldu mu emin değilim sanki gittikçe gerilediğini düşünsem de yakında cenin zekasına sahip olacağım galiba. "Oooo" dediğinizi duyuyor gibiyim.Şimdi bu durumda ne diyeyim ben sana? "senin tıynetin bozuk eyy okuyucuuu" desem ahlaksızca birşey söylediğimi sanıp beni ele geçirir geçirmez hiç münasip olmayan yerime bi tane korsun diye korkarım... eee peki ben neyi kastettim? Cevabını da duyabiliyorum "penis, vajina, meme, popişş" zooooorrrrrtttt!!!... zort kere zoooorrrrrttttt!!! yanlış cevap işteeee.
Aslında neyi kastettiğimi neye kastım olduğunu tam olarak ben de bilmiyorum. Hani biliyorum da hangisine en çok kıl olduğumun yüzdesel tahminini yapamıyorum. Ama bu o kadar da önemli değil ki; zira iktisat mezunu olduğu halde istatistikten koyunla danayı ayıracak kadar anlayan bir tek ben değilim ki...
Bakınız efenim ziraat fakültesi, atçılık ve nalbantçılık,son trend takı tasarımı, hayat üniversitesi mezunları büyyüük büyyüük kanalların karanlık reji odalarındaki yönetmen koltuğuna yayılmış bir eli kaldırmaya çalıştığı çükünde bir eli kaşarının en oval koordinatlarında gazını çıkara çıkara pişirdiklerini yedirmeye çalışıyorlar. Ulan bunların gaz odalarının bile ayrı bi cazibesi var; şu henüz evrimini tamamlamamış saftrik hatunların gözünde haa. Gaz odası fantazisi... breh breh brehhh... Bazen Adolf Hitler'in öldüğünden şüphe duyuyorum. Bunlar Naziler döneminde gaz odalarına hapsedilmiş talihsizler olsalardı hiçbir sıcak yatağın içinde rahat edemeyecek kadar orgazm içinde ölümü kucaklarlardı; mutlu son. Hani bi de dünyanın yükünü omuzlamış halleri yok mu bakmayın öyle bitik göründüklerine. Gerçi bitik diyicez ya başka ne diyicez ki anam babam... Herifçioğlu canı sıkıldıkça testesteron salgılıyor sonra da dünyadan bi haber gazını çıkara çıkara fossuuur fosur uyuyor.
Haberci abilerimiz ablalarımız koltuklarında objektiflikten paşalar gibi dimdik oturuyorlar sırtlarını kimseye yaslamamışlar, tabii ki dimdik duracaklar. Esen rüzgara yasla kıçını yeter be anam...
Ne giyiyorsak o deniliyor sonra pişti olduk diye astarı düşmüş suratlar... Kıyafetlerimiz üzerimize yakıştırılmıyor diye depreşyona girip pşikolog pşikolog geziyoruz. Ulan incir yaprağına talip olmadığımıza şükretmek varken eşofmanla kunduranın uyuşup uyuşmadığını sikleyerek beyninin ırzına geçmenin bir alemi var mı. Morfin etkisi... Uyuşsa n'olucak uyuşmasa ne... nikahlayacak mısın birbirlerine... Ya ayağında ayakkabı olup da kıçında donun olmasa ne edeceedin... Dal daşşşak orrrtada yavvuşak...
Bi de suratları mahkeme duvarından yontma juri üyeleri var ki sanırsın dünyanın kaderi ellerinde, tek bir sözleriyle karşılarında yapmadıklarını bırakmayan asalaklara diyecek söz bulabilir misiniz accabaaa...
Ulan, dünyada açlıktan birilerin etleri yenilip kemikleri sıyırılıyor. Sonra da bi daha ki et ziyafetine kimin kurban verileceğine dair ladese tutuluyor, insanlar bahis olarak ortalara atılıyor sen İtalyan usulü rosto yap sonra damak tadımıza uymadı denilip eleştiril... tabi uymayacak hırt!.. Sen midesi kuru fasulyeyle bulgurun raksına senelerce sahne olmuş bi ecdadın torunusun, ecdada ihanet olur mu? bi zelzele daha yesin aklın hooop rostolar mideye inmeden çöpe...
Karşı komşun inşaatlarda taş taşısın, demir yüklensin, harca bulansın, beli bükülsün... sen bilmem kimin halter şampiyonu oğlunun boyu güdük kalmış diye üzül. Her gün bir yığın cinayet işlensin; sen saçlarındaki kırıkları aldırmak için gittiği kuaförde saçlarının beyazladığını öğrenen şarkıcı için üzül...
Elin oğlu on sekizlik çıtırları son model otomobillere bindirdiğinde seviyeli bir birliktelikleri var deyip kendi bacını ÖZ BE ÖÖZ! tıynetinden kıskan...
OOOOOFFF!.. Harbi sıkıldım haa!.. Uzun lafın kısası; kimseyi "tüh-met" altında bırakmak değil amacım. Velhasıl kelam; bakıp görmek yerine dalıp özeniyoruz, tabii dalış pozisyonu da önemli. Umarım boğulmadan kurtuluruz, BAKINIZ AKSİ HALDE "oksijen tükenir tükenmez kıçınızdaki gazınızdan medet umacak hale gelirsiniz" birilerinden söylemesi... HAYIR YAAA BENDEN SÖYLEMESİ.
HüSeyİN GöKmeN
"Senin ki kaç santim, benim ki daracık, onun ki daha iri..." vrak, vrak, vrak...
Ne anladığını tahmin etmem için az arı boku yedirmedi annem, zekaya bi katkısı oldu mu emin değilim sanki gittikçe gerilediğini düşünsem de yakında cenin zekasına sahip olacağım galiba. "Oooo" dediğinizi duyuyor gibiyim.Şimdi bu durumda ne diyeyim ben sana? "senin tıynetin bozuk eyy okuyucuuu" desem ahlaksızca birşey söylediğimi sanıp beni ele geçirir geçirmez hiç münasip olmayan yerime bi tane korsun diye korkarım... eee peki ben neyi kastettim? Cevabını da duyabiliyorum "penis, vajina, meme, popişş" zooooorrrrrtttt!!!... zort kere zoooorrrrrttttt!!! yanlış cevap işteeee.
Aslında neyi kastettiğimi neye kastım olduğunu tam olarak ben de bilmiyorum. Hani biliyorum da hangisine en çok kıl olduğumun yüzdesel tahminini yapamıyorum. Ama bu o kadar da önemli değil ki; zira iktisat mezunu olduğu halde istatistikten koyunla danayı ayıracak kadar anlayan bir tek ben değilim ki...
Bakınız efenim ziraat fakültesi, atçılık ve nalbantçılık,son trend takı tasarımı, hayat üniversitesi mezunları büyyüük büyyüük kanalların karanlık reji odalarındaki yönetmen koltuğuna yayılmış bir eli kaldırmaya çalıştığı çükünde bir eli kaşarının en oval koordinatlarında gazını çıkara çıkara pişirdiklerini yedirmeye çalışıyorlar. Ulan bunların gaz odalarının bile ayrı bi cazibesi var; şu henüz evrimini tamamlamamış saftrik hatunların gözünde haa. Gaz odası fantazisi... breh breh brehhh... Bazen Adolf Hitler'in öldüğünden şüphe duyuyorum. Bunlar Naziler döneminde gaz odalarına hapsedilmiş talihsizler olsalardı hiçbir sıcak yatağın içinde rahat edemeyecek kadar orgazm içinde ölümü kucaklarlardı; mutlu son. Hani bi de dünyanın yükünü omuzlamış halleri yok mu bakmayın öyle bitik göründüklerine. Gerçi bitik diyicez ya başka ne diyicez ki anam babam... Herifçioğlu canı sıkıldıkça testesteron salgılıyor sonra da dünyadan bi haber gazını çıkara çıkara fossuuur fosur uyuyor.
Haberci abilerimiz ablalarımız koltuklarında objektiflikten paşalar gibi dimdik oturuyorlar sırtlarını kimseye yaslamamışlar, tabii ki dimdik duracaklar. Esen rüzgara yasla kıçını yeter be anam...
Ne giyiyorsak o deniliyor sonra pişti olduk diye astarı düşmüş suratlar... Kıyafetlerimiz üzerimize yakıştırılmıyor diye depreşyona girip pşikolog pşikolog geziyoruz. Ulan incir yaprağına talip olmadığımıza şükretmek varken eşofmanla kunduranın uyuşup uyuşmadığını sikleyerek beyninin ırzına geçmenin bir alemi var mı. Morfin etkisi... Uyuşsa n'olucak uyuşmasa ne... nikahlayacak mısın birbirlerine... Ya ayağında ayakkabı olup da kıçında donun olmasa ne edeceedin... Dal daşşşak orrrtada yavvuşak...
Bi de suratları mahkeme duvarından yontma juri üyeleri var ki sanırsın dünyanın kaderi ellerinde, tek bir sözleriyle karşılarında yapmadıklarını bırakmayan asalaklara diyecek söz bulabilir misiniz accabaaa...
Ulan, dünyada açlıktan birilerin etleri yenilip kemikleri sıyırılıyor. Sonra da bi daha ki et ziyafetine kimin kurban verileceğine dair ladese tutuluyor, insanlar bahis olarak ortalara atılıyor sen İtalyan usulü rosto yap sonra damak tadımıza uymadı denilip eleştiril... tabi uymayacak hırt!.. Sen midesi kuru fasulyeyle bulgurun raksına senelerce sahne olmuş bi ecdadın torunusun, ecdada ihanet olur mu? bi zelzele daha yesin aklın hooop rostolar mideye inmeden çöpe...
Karşı komşun inşaatlarda taş taşısın, demir yüklensin, harca bulansın, beli bükülsün... sen bilmem kimin halter şampiyonu oğlunun boyu güdük kalmış diye üzül. Her gün bir yığın cinayet işlensin; sen saçlarındaki kırıkları aldırmak için gittiği kuaförde saçlarının beyazladığını öğrenen şarkıcı için üzül...
Elin oğlu on sekizlik çıtırları son model otomobillere bindirdiğinde seviyeli bir birliktelikleri var deyip kendi bacını ÖZ BE ÖÖZ! tıynetinden kıskan...
OOOOOFFF!.. Harbi sıkıldım haa!.. Uzun lafın kısası; kimseyi "tüh-met" altında bırakmak değil amacım. Velhasıl kelam; bakıp görmek yerine dalıp özeniyoruz, tabii dalış pozisyonu da önemli. Umarım boğulmadan kurtuluruz, BAKINIZ AKSİ HALDE "oksijen tükenir tükenmez kıçınızdaki gazınızdan medet umacak hale gelirsiniz" birilerinden söylemesi... HAYIR YAAA BENDEN SÖYLEMESİ.
HüSeyİN GöKmeN
Etiketler:
hüseyin,
hüseyin gökmen,
köşe,
köşe yazısı,
televizyon,
tv,
yorum
21 Nisan 2014 Pazartesi
İnsanın kendisi yalandır zaten yalan söylediğinde neden dumura uğruyorsun ki... piç kurusu ya da o. çocuğu diye bi küfür savuruyorsan yol ver bulsun gireceği bir yılan deliği. Ha eğer ki başını ezicem diye tutturuyorsan o zaman kendinden bir şeyler vereceğini unutma; belki gururunu belki bedenini...
Boşver yaa salla gitsin ellerin bile değmesin, önce ılık bir duş şöyle en sevdiğin sabunlarla şampuanlarla köpürte köpürte ... bir iç çek derinden olmadı bir kaç kez sonra bir oh de çık oksijen-i mekana ee boşa dememişler vardır tedbil-i mekanda ferahlık.. silkelen ferahla...
Güneşin sıcağını, denizin serinliğini hissediyorsan senden iyisi yok. beden dediğin ne ki aşık oluyorsun bağlanıyorsun et yığınıyla kaplı iskelet yığınına kendi bedeninden ne hayır gördün ki bok sıçan, hastalandığında leş kusan altını tenine yakıştırıyorsan senden iyisi yok.
Boşver yaa salla gitsin ellerin bile değmesin, önce ılık bir duş şöyle en sevdiğin sabunlarla şampuanlarla köpürte köpürte ... bir iç çek derinden olmadı bir kaç kez sonra bir oh de çık oksijen-i mekana ee boşa dememişler vardır tedbil-i mekanda ferahlık.. silkelen ferahla...
Güneşin sıcağını, denizin serinliğini hissediyorsan senden iyisi yok. beden dediğin ne ki aşık oluyorsun bağlanıyorsun et yığınıyla kaplı iskelet yığınına kendi bedeninden ne hayır gördün ki bok sıçan, hastalandığında leş kusan altını tenine yakıştırıyorsan senden iyisi yok.
KURTLARA SÖYLE EVE DÖNDÜM / CAROL RİFKA BRUNT
KURTLARA SÖYLE EVE DÖNDÜM / CAROL RİFKA BRUNT
ARANIZDA HAYATI SORGULAYAN VAR MI? KİM OLDUĞUNU, NE OLDUĞUNU, NE KADAR OLDUĞUNU?...
PEKİ BAKMANIN ÖTESİNE GEÇEREK "GÖRMEK" MERTEBESİNE ULAŞABİLEN VAR MI?
"KURTLARA SÖYLE EVE DÖNDÜM" EMPATİ KURAMAYANLARIN VE HENÜZ İNSANLIK EVRİMİNİ TAMAMLAMAYANLARIN KESİNLİKLE SIKICI BULUP RAHATLIKLA ELEŞTİRECEĞİNDEN EMİN OLDUĞUM BİR KİTAP. AMA İYİ BİR EDEBİYAT OKURUNUN KESİNLİKLE OKUMASI GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNDÜM MUHTEŞEM BİR ESER.
KİTAPTA BİR KAÇ SAYFADA BİR KARŞILAŞTIĞINIZ OLUMLAMALAR YÜREĞİNİZİ BİRAZ ACITACAK. AMA BU SAYEDE BELKİ SEVDİKLERİNİZE GÖSTERMEYE CESARET EDEMEDİĞİMİZ SEVGİMİZİN FARKINA VARIP, UNUTULMUŞ DUYGULARIMIZI KÜFLENİP KOKMADAN GÜN IŞIĞINA ÇIKARMAK İÇİN KÜÇÜK BİR KIVILCIM YANAR İÇİMİZDE...
VELHASIL; KONUSU BAKIMINDAN PEK BENZERİ OLMAYAN KOLAY OKUYABİLECEĞİNİZ DUYGU YÜKLÜ BİR KİTAP. TAVSİYE EDERİM...
ARANIZDA HAYATI SORGULAYAN VAR MI? KİM OLDUĞUNU, NE OLDUĞUNU, NE KADAR OLDUĞUNU?...
PEKİ BAKMANIN ÖTESİNE GEÇEREK "GÖRMEK" MERTEBESİNE ULAŞABİLEN VAR MI?
"KURTLARA SÖYLE EVE DÖNDÜM" EMPATİ KURAMAYANLARIN VE HENÜZ İNSANLIK EVRİMİNİ TAMAMLAMAYANLARIN KESİNLİKLE SIKICI BULUP RAHATLIKLA ELEŞTİRECEĞİNDEN EMİN OLDUĞUM BİR KİTAP. AMA İYİ BİR EDEBİYAT OKURUNUN KESİNLİKLE OKUMASI GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNDÜM MUHTEŞEM BİR ESER.
KİTAPTA BİR KAÇ SAYFADA BİR KARŞILAŞTIĞINIZ OLUMLAMALAR YÜREĞİNİZİ BİRAZ ACITACAK. AMA BU SAYEDE BELKİ SEVDİKLERİNİZE GÖSTERMEYE CESARET EDEMEDİĞİMİZ SEVGİMİZİN FARKINA VARIP, UNUTULMUŞ DUYGULARIMIZI KÜFLENİP KOKMADAN GÜN IŞIĞINA ÇIKARMAK İÇİN KÜÇÜK BİR KIVILCIM YANAR İÇİMİZDE...
VELHASIL; KONUSU BAKIMINDAN PEK BENZERİ OLMAYAN KOLAY OKUYABİLECEĞİNİZ DUYGU YÜKLÜ BİR KİTAP. TAVSİYE EDERİM...
Etiketler:
boks,
edebiyat,
hikaye,
hüseyin,
hüseyin gökmen,
kitap,
kitap yorumu,
kurtlara söyle eve döndüm,
roman
18 Nisan 2014 Cuma
MASUMİYET MÜZESİ
İNSANIN ÖNÜNE GEÇEMEYECEĞİ LANETLİ BİR DUYGU OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜĞÜM 'AŞK'IN LANETİNE BİR KEZ DAHA İNANDIM.
ROMANDA KEMAL'İN KENDİSİNDEN YAŞÇA BİR HAYLİ KÜÇÜK OLAN UZAKTAN AKRABASI FÜSUN'A OLAN SAPLANTILI DUYGULARI ANLATILIYOR. LAKİN BU DUYGULARDAN TUTKULU BİR AŞKIN MI, HASTALIKLI BİR SAPLANTININ MI YOKSA ALIŞKANLIĞIN MI AĞIR BASTIĞINI ANLAMAKTA ZORLUK ÇEKTİM. AMA KİTABIN SON SAYFASINI DA OKUYUP DÜŞÜNMEYE BAŞLADIKTAN SONRA AŞKIN, TÜM BU DUYGULARIN BİR KISIR BİR DÖNGÜ İÇİNDE BİRBİRLERİNE GEÇEREK OLUŞTURDUKLARI BİR TÜR RUH HASTALIĞI OLDUĞU SONUCUNA VARDIM.
EVET AŞKIN SİZİ NE ZAMAN, NEREDE VE NASIL BULABİLECEĞİNİ MAALESEF KESTİREMİYORSUNUZ. TIPKI ANİDEN GELEN BİR TİTREME NÖBETİ YADA KALP ÇARPINTISI GİBİ; KİMİ ZAMAN HAYKIRIP KİMİ ZAMAN NEFESSİZ KALIP BOĞULABİLİRSİNİZ BU DENGESİZ DUYGU NEDENİYLE. HAFİFE ALSANIZ OLMAZ BIRAKIP GİTSENİZ OLMAZ. ONUN ESARETİNE TESLİM OLDUYSANIZ BİR KERE TUTUKLUSUNUZDUR.
VE ANLATILAN HİKAYENİN SONUNDA ANLADIĞIM TEK GERÇEK AŞKIN MASUMİYETİNİN TÜM GÜNAHLARA GALİP GELDİĞİ, AMA O MASUMİYETİN ESARETİNDEN KAÇMANIN İMKANSIZ OLDUĞU BİR MAHKUMİYETE HAPSEDİLMEK ANLAMINA GELDİĞİDİR.
AŞK YÜREĞİN ESARETİDİR. TANRI SONSUZA DEK BENİ AŞKTAN KORUSUN...
Etiketler:
edebiyat,
füsun,
hüseyin,
hüseyin gökmen,
kemal,
kitap,
kitap yorumu,
masumiyet,
masumiyet müzesi,
müzesi,
nobel,
orhan,
orhan pamuk,
özet,
pamuk,
roman,
yorum
3 Nisan 2014 Perşembe
MARKUS ZUSAK / İT DALAŞI
MARKUS ZUSAK / İT DALAŞI
Öncelikle şunu söylemeliyim ki Markus Zusak benim favori yazarlarımdan biri oldu. "Köpek Düşleri"nden sonra serinin ikinci kitabı "İt Dalaşı"yla Wolfe ailesi tekrar karşımızda. Hikayenin odak noktasında yine Cameron ve Rube kardeşler vardır. Aradan birkaç yıl geçmiştir. Ablaları sevgilisinden ayrılmış ve sorunlu günler geçirmektedir. Büyük abileri sonunda kendi evine çıkmış ve aslında hiç istemediği ailesinden uzaklaşmayı başarmıştır; aslında bu bir kaçıştır ona göre ama çok sürmez ve ailede yaşanan sorunlar nedeniyle tekrar ailesinin yanında alır soluğu. Babaları işsiz kalmıştır ve ailenin durumu gün geçtikçe kötüye gitmektedir.
Wolfe kardeşler tesadüfen karşılarına çıkan bir adamın önerisiyle para kazanmak için ailelerinden gizli antrenmanlara başlarlar, rakipleriyle dövüşürler... Gün gelir beklemedikleri bir tesadüf iki kardeşi ringde rakip hale getirir. Cameron ve Rube kardeşlerin ergenliğe geçiş süreci, aralarındaki çekişme, aşkları, üzüntüleri, sevinçleri...
"Hikayenin sonuna doğru Cameron'ın ringde rakibi olan Rube'la dövüşmek zorunda kalışı ve dayanamayıp ona sarılarak ağlayışı" uzun zamandır ne izlediğim bir filmde ne de okuduğum bir kitapta hiçbir sahne beni bu kadar etkilemememişti.
Uzun lafın kısası "İt Dalaşı", "Köpek Düşleri"ni epeyce aşmış. Tavsiyem; hem çocukları hem ergenleri anlamak istiyorsanız kitaplığınızda mutlaka yer verin bu seriye...
Öncelikle şunu söylemeliyim ki Markus Zusak benim favori yazarlarımdan biri oldu. "Köpek Düşleri"nden sonra serinin ikinci kitabı "İt Dalaşı"yla Wolfe ailesi tekrar karşımızda. Hikayenin odak noktasında yine Cameron ve Rube kardeşler vardır. Aradan birkaç yıl geçmiştir. Ablaları sevgilisinden ayrılmış ve sorunlu günler geçirmektedir. Büyük abileri sonunda kendi evine çıkmış ve aslında hiç istemediği ailesinden uzaklaşmayı başarmıştır; aslında bu bir kaçıştır ona göre ama çok sürmez ve ailede yaşanan sorunlar nedeniyle tekrar ailesinin yanında alır soluğu. Babaları işsiz kalmıştır ve ailenin durumu gün geçtikçe kötüye gitmektedir.
Wolfe kardeşler tesadüfen karşılarına çıkan bir adamın önerisiyle para kazanmak için ailelerinden gizli antrenmanlara başlarlar, rakipleriyle dövüşürler... Gün gelir beklemedikleri bir tesadüf iki kardeşi ringde rakip hale getirir. Cameron ve Rube kardeşlerin ergenliğe geçiş süreci, aralarındaki çekişme, aşkları, üzüntüleri, sevinçleri...
"Hikayenin sonuna doğru Cameron'ın ringde rakibi olan Rube'la dövüşmek zorunda kalışı ve dayanamayıp ona sarılarak ağlayışı" uzun zamandır ne izlediğim bir filmde ne de okuduğum bir kitapta hiçbir sahne beni bu kadar etkilemememişti.
Uzun lafın kısası "İt Dalaşı", "Köpek Düşleri"ni epeyce aşmış. Tavsiyem; hem çocukları hem ergenleri anlamak istiyorsanız kitaplığınızda mutlaka yer verin bu seriye...
Etiketler:
boks,
cameron wolfe,
dalaşı,
edebiyat,
eleştri,
hayat,
hikaye,
hüseyin gökmen,
it,
it dalaşı,
kardeş,
kitap,
kitap yorumu,
markus,
markus zusak,
martı,
martı yayınları,
mazoşist,
mücadele,
roman
MARKUS ZUSAK / KÖPEK DÜŞLERİ
MARKUS ZUSAK / KÖPEK DÜŞLERİ
Bazı kitaplar vardır daha kapağına bakar bakmaz ön yargılı bulup okumaya üşendiğim ya da çoğu kez söylediğim şu cümlelerle haksızlığa uğrattığım: "bestseller yaa, çocuk kitabına benziyor vs."
Ama bu kitapla birlikte artık önyargısız olmaya karar vermiş bulunuyorum.
Kitaplarla ilgili hayat felsefeme "Her kitap okunmak için yazılmıştır" söylemini de dahil ettim.
Üçlemenin ilk romanı olan "Köpek Düşleri" kitabın ana kahramanı olan Cameron Wolfe'un ağzından anlatılmış. Dört çocuklu Wolfe ailesinin hayatından kısa bir kesit gibi sunulan kitap, sade ve akıcı dili sayesinde kolay okunabilecek bir kitap. Ne var ki edebi yönden çok fazla beklentiniz olmasın. Sürükleyici bir öykü değil ama hepimizin kendimizden bir şeyler bulacağını düşündüğüm bir kitap.Edebi yönden zayıf olduğunu düşünsem de tatilde yanınıza alabileceğiniz birkaç şeyden biri olabilir.
Etiketler:
cameron wolfe,
edebiyat,
kitap,
kitap yorumu,
markus,
markus zusak,
martı,
martı yayınları,
mizah,
öykü,
roman,
rube,
tavsiye,
wolfe,
yorum,
zusak
2 Nisan 2014 Çarşamba
BİRAZ İNSANLIK RİCA EDEBİLİR MİYİM?...
Aslında bir kez baksan bana, dinlesen suskunluğumu benim de senden farklı olmadığımı anlardın. Ama ne var ki sen sadece kendin gibi birini aradın her zaman... Senin gibi düşünen, senin gibi gören, senin konuştuğun lisanda yaşayan, senin değerlerine inanan, senin gibi, senin gibi, senin gibi, senin, gibi, ...
Hayatı öğrenmen çok mu zor; doğum ve ölümden başka insanoğlunun hayata kattığı bir anlam var mı... Bir düşün; bak geçmişine, hangi sevinçlerini hala ilk gün ki gibi yaşıyorsun ya da hangi yasını ağlamaklı tutuyorsun.
İnsandır seni yargılayan, hor gören, dışlayan, acıtan, kanatan, ağlatan, yasa büründüren belki de öldüren... Ama insandır seni doğuran, güldüren, eğlendiren, seven, sevdiren, ve belki de yaşamana sebep...
Bak, gör, dinle, tanı... Ne olduğunu kim olduğunu bilsen yeter insan olmaya, insanlığı anlamaya...
Sadece insan ol çünkü hayatın temelini insanlık ayakta tutar...
1 Nisan 2014 Salı
SON GÜNLERDE MELANKOLİK TAKILMAYA ÇALIŞIYOR HALETİ RUHİYEM...
Yine aynı yerdeyim. Hayattan bir gün daha almışım. Ama onca çabama, yaşadığım zorluklara rağmen hiç ilerleyememişim.
Ve sıfırı da tükettim artık... Eksilerdeyim... EKSİ, EKSİ, EKSİ... = KARAMSARLIK = LANET = ÖLÜM = Sonrasını bilmiyorum... Bilmek de istemiyorum zaten. Öğrenmeye ne gayretim var, ne hevesim, ne merakım ne yeni bir şeylere yetecek kadar zihnim, ne de hayat sevincim.
Her seferinde boşa çektiğim küreklerle tükürdüğümü yalayarak geçireceğim bir ömrü yaşamaktansa, durgun bir denizde önce şuurumu yitirip sonra dalgalarla sürüklenmeliyim rotasız kıyılara...
YA DELİRDİM YA DA DEPRESYON BELİRTİLERİ... VAR Bİ DENGESİZLİK YA DENGESİZLİĞİN DE HAYIRLISI ARTIK...
Tam bu kez "tutundum hayata, kenetlendim sıkı sıkıya, seviyorum onu... hem artık inanıyorum ki o da beni seviyor" derken yine olmadı, yine kara çalınan günler kapıma dayanmış, kıracakmışçasına yumrukluyor kapımı.
Kapkara bulutlar katran rengi yaşanacaklarla yüklenmiş; hafif bir yeli bekliyor üzerime yağmak için. Ve yağdıkça nefes aldığım her an kara çalınacak hayatıma...
lanetli bedenimin içinde kapkara bir harama dönüşüp, karanlık bir alemde tek başıma kalacağım .
Son yıllarda fark ettim içime ağlayıp kahkahalar attığımı... saçlarım ağarıyormuş, gözlerim çukurlara gömülmüş, yıpranmışım ama hala görünüyor muşum... şaşkınım. Bilmiyorlar ki; bittim ben.
Hayat hep güçlü ama ben zayıfım. Esen yellerden biri beni mutlaka düşürecek, bundan eminim.
Uzun zamandan sonra ölüm kızgınlığı yine çöktü bedenime... Saç diplerime kadar bedenimin yandığını, sızladığını hissediyorum. Hani tepeden tırnağa derler ya işte o derece etki eden bi sızı. Ama en beteri de soldaki meretin sızıymış be insanoğlu. Günlerdir yüreğime kızgın yağ dökülmüş gibi... Kimseye görünmeden sessiz sessiz kuytusunda ağlayıp duruyor; hani ağlamak değil de kanıyor sanki... Beden, acıya yenik düşüp yığılıveriyor da bir döşeğe; yürek, esaretinin durdurulacağı günü bilmeden kürek mahkumu gibi çalışmaya devam ediyor.
Hayatla ölüm arasındaki tek bağımız o. Belki ondandır en çok sızlayan yanım olması. Ama durdurak bilmeden atan yine o... Beden dedikleri, dünya denilen aleme aitmiş, esas olan ruh imiş. Belki ruhu da içinde saklamıştır... atmasına sebep, içine hapsolmuş ruhun özgürlüğüne kavuşma isteğiyle kendisini yarıp uçmak gayretidir. Hiç bir hücrem onun kadar sızlamıyor. Meğer ne zormuş yürek yangını. Hani vicdanı da içinde barındırırmış ya, belki ona da ağır geliyordur bu kadar çok şeyi içinde barındırması, ona da ağır geliyordur maneviyatın acısı...
"Bazı insanların en ufak bir karamsarlık anında ölümü düşünmesinin sebebi Allah sevgisinin azlığındandır" diye bir cümle okumuştum adını hatırlamadığım bir kitabın, başka hiçbir cümlesinin aklımda kalmadığı sayfalarının birinde. Artık tanrının varlığını sorgulamıyorum; çünkü
her geçen saniye biraz daha yokoluşumun gerçeğini idrak ettiğim kadar onun varlığından eminim. Tanrının varlığına inanıyorum zira tanrının varlığı demek kaderin varlığının kanıtı... Hani doğumla ölümden ibarettir kader gerisi kuldaki iradedir derler ya... peki şansın ve şanssızlığın yaşamımızdaki yerini, kadere mi bağlayacağız yoksa iradeye mi? Bunun cevabını da sadece kendi içimde buluyorum; nedense kadere bağlamak akıl terazisinde daha ağır basan bir yanıt oluyor.
Ve bu yanıtla üşüşüyor beynime cevabını sadece aklım ve yüreğimle başbaşa kalarak bulabileceğim sorular. Bir karınca sürüsünün doyma ihtayacı içerisinde içi dolu bir çekirdek kabuğunu yarma çabasıyla; beynimi yırtarcasına zihnime üşüşen sorulara cevap bulup, aklımı yitirip yitirmediğimden emin olup, hiç olmazsa kendi içimde kendimi tatmin etmeye çalışıyorum.
Eğer intiharın neticesi ölüm, ölümse kaderin bir parçası ve ben bunu irademle yapıyorsam neden günahkar kabul ediliyorum? Zira beden denilen hiçlik çöp yığınından ibaret değil mi?.. Öyle olmasaydı ruh tarafından terkedildiğinde kokmaya, çürümeye mahkum olur muydu? Yerin dibinde cümle mahlukata ziyafet olur muydu? En güzel bedenler sanat eseri gibi sergilenmez miydi en afili müzelerde?.. Ve daha nice cevapsız sorular...
İntihara da kaderin bir parçası gözüyle bakıyorum artık; tıpkı şansı da kaderin bir parçası gördüğüm gibi. Kimi şanslıdır hem ruhuyla hem bedeniyle... aslında bunlardan biri bile yeter hayatın güzelliğini görüp yaşamaya. Ama eğer beden ve ruh uyuşmuyorsa hayata uymuyorsundur. Çünkü insan denilen mahlukat kendi yaşadığı hayatın kurallarına uymayanı kendisine hiçbir açıdan benzerlik göstermeyeni sevmez, kabullenmez, dışlar, lanetler, ölüme sürükler, "hakkıdır ölüm", "müstahaktır" der ve çoğu kez bunu kendi elleriyle gerçekleştirir. Yitirmiş olduğu insanlığıyla bunu Allah tarafından kendisine verilmiş görev bilinciyle gerçekleştirir.
Ama önce aşağılayıp sonra da zevkle bu eylemi gerçekleştirmelerine izin veremem. Artık al canımı diye tanrıya yakarmaya bile üşeniyorum. Ve son son aylarda daha çok düşünmeye başladım; bahsi geçtiğinde bile insanoğlunu korkutan bu eylemi. Yorgunum... nefessiz kalıyorum... ne gülüyorum artık ne ağlıyorum...
Geçenlerde tramvayda yolculuk ederken camdaki aksime takıldı yüzüm; boş bakan bir çift göz ve sadece kahrın kapladığı bir suretten ibaret kalmışım... diğer yolcular bana mı bakıyordu yoksa ben mi dikkatleri üzerime çekiyordum bilmiyorum. Nedense böyle bir düşünce sardı son günlerde... sanki onlardan biri değilmişim onların nefes aldığı hayatta fazlalıkmışım gibi, onların bulunduğu hayatta bir asalak, bir kemirgen, bir virüs, dikkat çeken ama hiçbir özelliği olmayan zavallı bir yaratık gibi hissediyorum kendimi.
ölüm hep kapımda belki de ben onun kapısındayım... bir gün o kapıdan içeri gireceğimi bildiğim halde arsızca bir an önce girebilmek için tekmeleyip duruyorum. ölüm kapısı umut kapısı demek benim için.
umudu olmayan insan gülemezmiş ya belki de olan olmuştur artık kovulmuşumdur umut kapısından. artık yaradandan bile umudum yok. tanrının haylaz bir çocuk olduğunu düşünüyorum, sanki elleriyle çamurdan yoğurup şekllendirip bir takım varlıklar yaratıyor sonra da eksiğiyle fazlasıyla yaptıklarının nasıl göründüğünü nerelere biblo olacağını düşünmeden fırlatıyor dünya denilen aleme. küçük bir çocuğun kilden yapma oyuncağı olarak atıldığımı düşünüyorum hayata. üzerime yapışan çamurlardan bir türlü arınamamama bir sebep bulamıyorum böyle kandırıyorum kendimi...
"Anlıyorum" bu kelimeyi ne kadar fzla duyuyorum son zamanlarda. herkes herkesi anlar olmuş, meğer insanoğlu çoktan herşeyin sırrını çözmüş kurabildikleri empati sayesinde teselli olduğunu bile düşünür olmuş en çaresiz gördükleri insanlara peki anlıyorum demek yeter mi anlamak neyi değiştiriyor hiçbir çaba sarfetmeden. ama ben nefret ediyorum bu kelimeden: yalan... anlamıyorsun ama ben anlıyorum yalancısın... çünkü hiçbir zman anlamıyorsun anlamayacaksın ve anlamaya da çalışmayacaksın zira anlasan ben ucurumun kenarında kollarımı açmış ölümü kucaklamayı bekliyor olmazdım.
kaybolmak geliyor içimden, bir anda yer yarılsın dibi boylayayım.
bu kadar zor mu diyorum, koca dünya da bir tek bana mı yer yok, bir tek bana mı hayat yok, diyorum. çok değil ki istediğim sadece ölüm meleğinin bedenimdeki esareteme son vererek ruhumu sonsuzluğa uçurmasını...nasıl olsa olmayacak mı, uçmayacak mı... neden bu kadar istekliyken zora koşması...
soğuk bir nehire atlamak gibi bir anda atlamak istiyorum ölüme...
yalnızım... çok yalnızım... yitiğim... bitiğim... suskunluğum ise sadece çaresizliğimden...
ve farkettim aslında ne kadar küçük şeylerle kendimi avutmuşum bile bile lades demişim tüm acılara...
ama bu kez bitti çünkü kaybettim... gidiyorum...
yarın bile çok uzak geliyor en çok geceleri başımı yastığımın altına koyduğumda geliyor ölüm düşüncesi... ölmüşüm de yatağım
mezarımmış gibi hissediyorum... öyle huzurla doluyorum ki... ölüm de böyle birşey olsun istiyorum huzurla uyuduğum yatağımda sonsuza dek gecenin sessizliğnde sonsuza dek uykuya dalmak gibi... uyumak istiyorum ya da ölmek ikisi eşdeğer gibi geliyor... aslında ne istediğimi bende bilmiyorum... eğer bilseydim bu yazıyı okuyor olmazdın.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)











