Yağmurlu ve soğuk bir gündü, kimi
ellerinde şemsiyesini, kimi üzendeki montunu siper etmişti yağan yağmura karşı
başlarını, bedenlerini… Üşüyordu, sırılsıklam olmuştu, titriyordu, açtı
günlerdir bir çöp bile karıştıramamıştı çünkü kendisi gibi olan diğer sahipsiz
büyükleri tüm çöplerin içinden girip dışından çıkıyorlardı ve ona sadece boş
torbaları koklamak kalıyordu, bir kırıntı bulma ümidiyle… Kendisini ısıtacak
sıcak bir kucak arıyordu, biraz da şefkat, her gördüğüne yalvaran gözlerle
bakıyordu, henüz küçücüktü, belki de bu nedenle insanlar onu görmüyordu ve
büyümesi gerekti, umursanılmadığını anlayınca da gidenin ardından başını
çevirip bakacak kadar yüzsüz olmadığını düşünüp, önünden geçen diğer hayatlara
sadece bakmakla yaşatıyordu içindeki sahiplenme ümidini ve yaşama direncini…
Hayatı bilmiyordu, annesi babası varmıydı…
Kardeşi olmuş muydu hiç, eğer varlarsa neredeydiler.
Yol kenarında yürürken hızla geçen bir
araba sıçratmıştı dünyanın çamur gölünü üzerine bir an o gölün kendisini
boğacağını düşündü, nefes almakta zorlandı, ama sonra rahatlar gibi oldu nefes
almaya başlamıştı yine, bedeni üzerindeki çamur ve sulardan dolayı gittikçe
ağırlaşıyordu, ayakları artık bedenini taşıyamayacak kadar yorulmuştu, başını
sol tarafına çevirdi kapısı açık bir apartman duruyordu önünde, hızlıca içeriye
girdi, hiç ses yok tu, merdivenlerin üzerine çıktı, soğuktu mermer merdivenler,
ama en azından ıslanmıyordu. Daha önce yediği çamurlu sulardan arınmak için
titreyip silkelendi ve üzerinden sıçarattığı damlalar ufakça bir çamurlu su
birikintisi oluşturmuştu birkaç merdiven üzerinde, paçalarından sular süzülmeye
devam ediyordu.
Biraz uyumaya ihtiyacı vardı,
gözlerini kapattı birkaç dakikalık huzurlu bir uykuya dalmıştı ki, gelen ayak sesleriyle
irkildi, titredi ve ayaklandı, elleri poşetlerle dolu kendisine doğru hızla ve
sinirli bir şekilde yaklaşan kısa boylu şişman, bıyıklı adamı gördü. Tekrar
ümitlendi gözlerinde yalvaran bakışlarıyla adama baktı, bu kısa boylu ve
bıyıklı adam onu görmüştü ve yanına yaklaşıyordu, büyüdüğünü hissetti, çünkü bu
adama diğer insanlara olduğundan daha fazla yakındı mesafe olarak, kendisi gibi
bıyıkları da vardı. Ellerindeki poşetlere kaydı gözleri, içlerindeki ekmekleri
ve süt kutularını gördü, gözleri irileşti hemen.
Adamın gözlerinin içine baktı. Ama
bu adamın gözlerinde tıpkı kendisini çöplerden uzak tutmaya çalışan diğer
büyüklerinin öfkesini görmüştü, adamın adımları yaklaştıkça bu öfkeyi daha
fazla görüyor ve korkusu gittikçe artıyordu. Olduğum yerde korkarak biraz da
şefkat dilenen, yalvaran gözlerle bakıyordum kendisine. Şımarık biri olduğumu
düşünmesin diye sesimi bile çıkarmaya cesaret edemiyordum. Adam Gittikçe yaklaştı,
merdivenleri çıkmaya başladı benim bulunduğum merdivenin iki merdiven üstüne
çıkmıştı, ben şaşırmıtım bu adamda mı beni görmüyordu, yoksa görmezden mi
geliyordu. Görmezden gelmesine bile razıydım yeter ki şuracıkta biraz olsun
uyumasın izin versin… Şu an buna çok ihtiyacı vardı.
İki üst merdivene çıkan adam bir
anda karnına öyle bir tekme savurdu ki, bir anda havalanıp olduğu yerden birkaç
metre ilerideki apartman kapısının önüne hızla çakılmıştı. Canı çok acıyordu,
kapının arkası yağmur, çamur, fırtına, açlık, tehlike demekti. Yerinden hareket
edemiyordu. Buradan çıkmak istemiyordu, açlığına, üşümesine, sırılsıklam
oluşuna bir de canının acısı eklenmişti. Ama sesini çıkaramıyordu. Kendisini
kovmaması için yalvaran gözlerle baktı adama. Adam “bak hala bakıyor, çıkmıyor
da” diyerek üzerine geldi, korkusu gittikçe artmıştı, buradaki son
saniyeleriydi diye geçirmişti aklından, adam tam ikinci tekmeyi de savurup açık
olan kapıdan kendisini az önce üzerine sıçrayan çamurlu su birikintisine
savuracakken kurtarıcısının sesini işitmişti. “ ne yapıyorsun rıza efendi”
diyen Fehmi beydi kapı önünde elinde şemsiyesiyle duran yaşlı adam. Rıza
efendi’nin gözlerindeki öfke bir anda kaybolmuştu ve şimdi canı acıyan zavallı
yavru kedi gibi Fehmi beye endişeli gözlerle bakarak ve titreyen sesiyle
kendisinin haklı olduğunu ispatlayacağını düşündüğü savunmasına geçmişti
“bunları buraya alıştırmamak lazım Fehmi bey, biri dadandı mı gerisi de gelir,
bir daha da arındıramayız apartmanı bunlardan, kapıdan kovsak bacadan girerler,
evimizin içini bile zaptederler, iyisi mi en başından alıştırmamak bunları
buraya” demişti. Yerde canının acısıyla kıvranan kedi ne olduğunu anlamaya bile
çalışmadan sadece Fehmi beyin yüzüne odaklanmıştı. Adamın gözlerinin içine
bakıyordu ve ilk defa bir insanoğlunda şefkati görebiliyordu.
Fehmi Bey elindeki şemsiyesini
yere bırakarak“o da bir can, bak ne kadar korkmuş” diyerek eğilmiş, kucağına
almıştı ıslanmış ve titreyen kediyi. En ufak bir tiksinti duymadan başını
okşamıştı, çamurlu tüylerini zarifçe tarar gibi okşamıştı, en tuhafı da sanki
kucağındaki kedinin can acısını biliyor da oradaki acıyı söküp yok ediyormuş
gibi tekmeyi yediği karnını okşuyordu. “hem daha küçücük bir yavru, annen
nerede senin, kardeşlerinden ayrımı düştün” deyip kucağındaki kediyle rıza
efendi arkasını dönmüş merdivenleri çıkarak ilerliyordu. Rıza efendi yerdeki
şemsiyeye baktı az önce tekmesiyle savurduğu kediden sıçrayan çamurlu sularına
Fehmi beyin yağmurda ıslanmış şemsiyesinden süzülen sular karışarak bir birikinti
oluşturuyordu, merdivenleri ağır ağır çıkan Fehmi beyin arkasından baktı ve
tüyleri ıslanmış kediyi sanki kendisi okşuyormuş gibi tiksintiyle arkasından
bakakalmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder